Hep böyle mi olur? Ölüm hissi karartır mı ruhları? İnsanı yalnızlaştırır mı? Bu telaşsız, bu vurdumduymaz hayat: ölüm. Yokuoluş ya da yeniden varoluş: ölüm. Yaşam denilen sığ kuyunun dibi.. herkesin kendi kuyusu... İki insan aynı kuyuda olabilir mi, iki insan aynı intiharın bir parçası olabilir mi: galiba bir sıkışmışlık hali..Uzun yıllar siyasi bir mücadelenin içinde yer alan Feridun, işkenceler altında geçen hapishane günlerinin ardından normal bir hayata dönmekte zorlanır. Hiçbir sosyal hayatı yoktur. Sevdiğini sandığı kadınla yaşadığı kısa süreli bir ilişki sonrası, hayatına başka kadın sokmaz. Yalnızdır ve saplantıları vardır ki bunlar onu hayata bağlayan ayrıntılardır: kitapları, küçük objeleri, maskeleri ve kuklaları..Aklına neredeyse hiç gelmeyen bir anneyi ve tamamen unutulmuş erkek kardeşi de aile denildiğinde iki yabancı kelime olarak anımsar.Feridun’un sakin hayatı gelen bir telefonla sarsılır. Çok eski bir tanıdık -bir o kadar da yabancı- ansızın ortaya çıkar ve bir hesaplaşma için, Feridun’un karşısına dikiliverir: Timuçin… O eski bir tetikçidir. Geçmişte işlediği cinayetlerin vicdan azabını çekmekte ve teslim olmayı düşünmektedir. Feridun bir şekilde onun teslim olmasını engellemek ister, bu aslında kendi özgürlüğü için de gereklidir. Geçmiş ve ilişkiler Feridun’un tüm dünyası olan evinde, kilitlediği kapısın ardında sorgulanmaya başlanır; gömüldüğü yerden ortaya çıkan hakikat, kötü bir koku yayar: bir beden yavaş yavaş çürür. Aslında hakikat ölmüştür.Yazar sürükleyici bir gerilim/polisiye romanı olarak da okuyabileceğiniz bu yapıtında tüyler ürpertici sahneleriyle, iç hesaplaşmalarla bezeli, hangisi gerçek diye sorgulayacağınız, kimi zaman da kendinizle çelişkiye düşeceğiniz, bir dönem sonrası yaşananları yansıtırken suç, adalet, şiddet ve hakikat kavramları üzerinde tartışıyor.
Tarihin her on yılında bir oluşan yaralı insanlarla edebiyatta karşılaşıyoruz. Yakın tarih hesaplaşılmamış, yerli yerine konulmamış belirsizliklerle ağırlaşmış durumdayken, sağlıklı bir çıkarsama yapmak da mümkün olamıyor. Bazen öyle tarihsel anlar ya da süreçler yaşanır ki, birtakım insanlar çağının kurbanı olur. Buradan hareketle, Türkiye’nin yirmi yıl öncesine bakabilir miyiz? 12 Eylül demeçlerinde Kenan Evren, darbe gerekçelerinden birini de, sosyal gelişmenin Türkiye gerçeğinin önüne geçtiği şeklinde açıklamıştı. Peki nasıl oluyor da o dönemin bireyleri, bugünün edebiyatının bunalımlı tipleri olarak edebiyatın başat karakterleri haline geliyor? Kirlenmiş bir yaşama karşı duruşun dinamiklerinin özünde felsefe varsa eğer, bu felsefi duruş çözüm noktasında direnecektir. Bireylerin içinden geldikleri yaşamın karşısında durmaları çelişkili bir durum olabilir. Yanlış olan nedir? Ya da karşı duruş yanlış mıdır? diye de sorulabilir. Hasan Öztoprak Hakikatin Ölümü’nde, ister istemez bu tür soruları getiriyor akla. Çünkü roman, geçmiş dönemin solcuları olan Feridun ve Timuçin üzerinden akıyor. Orta sınıf denebilecek bir aileden gelen Feridun, üç erkek kardeşin ortancasıdır. Liseye başladığı ilk gün, sınıfa geç girer, herkes sıralarda yerini almıştır. Oturmak için mahcup bir şekilde kendisine yer ararken, Timuçin adlı öğrenci yer açarak, Feridun’u yanına çağırır. Böylelikle Feridun ve Timuçin arasındaki dostluk da başlamış olur. Öğretmen anne babanın tek çocuğu olan Timuçin, “Haksızlığa asla gelemezdi. Arkadaşlarıyla sürtüşmez, ama bir yabancı ona ya da arkadaşlarına sataşmasın, hiç durmaz yumruğu çakardı. Dostları kavga ederken haklı haksız bakmaz girerdi kavgaya.” Timuçin’e göre daha temkinli bir kişiliğe sahip olan Feridun, folklor oynayan bir kızın peşinden giderken, siyasetle tanışacaktır. İlgi duyduğu kızın devam ettiği folklor derneğine sözde folklor oynamak için yazılırsa da, ‘siyasi amaçla kurulan’ dernekte, folklor yerine eğitim çalışmalarına katılacaktır. Feridun hayatla ilgili problemlerinin çözümünü dernekte bulmuştur, bütün enerjisini oraya akıtacaktır, “onlara göre, içerde ve dışarda birçok düşman ülkemizi yok etmek için fırsat kolluyordu. Bu oyunu boşa çıkartmak için örgütlenmek ve daha çok taraftar bulmak gerekiyordu. Bu hoşuma gitmişti. Babamla aramızda hep bir çekişme olmuştur. Bunun nedenini bilmiyorum. Benden üç yaş büyük abime gösterdiği yakınlığı, o yıllarda bana göstermezdi.”
Kitap Yorumları - (1 Yorum)
Tarihin her on yılında bir oluşan yaralı insanlarla edebiyatta karşılaşıyoruz. Yakın tarih hesaplaşılmamış, yerli yerine konulmamış belirsizliklerle ağırlaşmış durumdayken, sağlıklı bir çıkarsama yapmak da mümkün olamıyor. Bazen öyle tarihsel anlar ya da süreçler yaşanır ki, birtakım insanlar çağının kurbanı olur. Buradan hareketle, Türkiye’nin yirmi yıl öncesine bakabilir miyiz? 12 Eylül demeçlerinde Kenan Evren, darbe gerekçelerinden birini de, sosyal gelişmenin Türkiye gerçeğinin önüne geçtiği şeklinde açıklamıştı. Peki nasıl oluyor da o dönemin bireyleri, bugünün edebiyatının bunalımlı tipleri olarak edebiyatın başat karakterleri haline geliyor? Kirlenmiş bir yaşama karşı duruşun dinamiklerinin özünde felsefe varsa eğer, bu felsefi duruş çözüm noktasında direnecektir. Bireylerin içinden geldikleri yaşamın karşısında durmaları çelişkili bir durum olabilir. Yanlış olan nedir? Ya da karşı duruş yanlış mıdır? diye de sorulabilir. Hasan Öztoprak Hakikatin Ölümü’nde, ister istemez bu tür soruları getiriyor akla. Çünkü roman, geçmiş dönemin solcuları olan Feridun ve Timuçin üzerinden akıyor. Orta sınıf denebilecek bir aileden gelen Feridun, üç erkek kardeşin ortancasıdır. Liseye başladığı ilk gün, sınıfa geç girer, herkes sıralarda yerini almıştır. Oturmak için mahcup bir şekilde kendisine yer ararken, Timuçin adlı öğrenci yer açarak, Feridun’u yanına çağırır. Böylelikle Feridun ve Timuçin arasındaki dostluk da başlamış olur. Öğretmen anne babanın tek çocuğu olan Timuçin, “Haksızlığa asla gelemezdi. Arkadaşlarıyla sürtüşmez, ama bir yabancı ona ya da arkadaşlarına sataşmasın, hiç durmaz yumruğu çakardı. Dostları kavga ederken haklı haksız bakmaz girerdi kavgaya.” Timuçin’e göre daha temkinli bir kişiliğe sahip olan Feridun, folklor oynayan bir kızın peşinden giderken, siyasetle tanışacaktır. İlgi duyduğu kızın devam ettiği folklor derneğine sözde folklor oynamak için yazılırsa da, ‘siyasi amaçla kurulan’ dernekte, folklor yerine eğitim çalışmalarına katılacaktır. Feridun hayatla ilgili problemlerinin çözümünü dernekte bulmuştur, bütün enerjisini oraya akıtacaktır, “onlara göre, içerde ve dışarda birçok düşman ülkemizi yok etmek için fırsat kolluyordu. Bu oyunu boşa çıkartmak için örgütlenmek ve daha çok taraftar bulmak gerekiyordu. Bu hoşuma gitmişti. Babamla aramızda hep bir çekişme olmuştur. Bunun nedenini bilmiyorum. Benden üç yaş büyük abime gösterdiği yakınlığı, o yıllarda bana göstermezdi.”