“Cehennem Evi, yazılmış en korkunç lanetli ev romanı.” –Stephen King “Richard Matheson, yirminci yüzyılın en iyi yazarlarından biri.” –Ray Bradbury Richard Matheson korku, fantazya ve bilimkurgu türünde yazdıklarıyla yirminci yüzyıla damga vurmuş yazarlarından biri. Yalnızca Stephen King, Neil Gaiman ve Anne Rice gibi yazarları değil, George A. Romero ve Steven Spielberg gibi yönetmenleri de derinden etkileyen Matheson’ın Ben, Efsane’yle beraber en meşhur eseri olan Cehennem Evi, kâbuslara neden olacak bir lanetli ev anlatısı. Lanetli evlerin Everest’i olarak bilinen Belasco Evi, namıdiğer Cehennem Evi, yıllar içinde iki kez ziyaret edilmişti ve iki seferde de ziyaretçilerin sonu ölüm, intihar ya da delilik olmuştu. Şimdi, bu tekinsiz yere üçüncü bir ziyaret yapılacaktı. Biliminsanı Dr. Barrett ve eşi Edith ile iki medyum, onları “heyecanla” bekleyen Cehennem Evi’nde bir hafta geçireceklerdi. Deliliğin, sapkınlığın ve kan arzusunun hüküm sürdüğü evin sırrı bu kez çözülebilecek miydi? Cehennem Evi’nin kapıları ardına kadar açıldı.
Stephen King’e göre “yazılmış en korkunç lanetli ev romanı” bu. Övgüyle birlikte esin borcunu da ödemiş oluyor King, O’da Pennywise’ı ego söndürme yoluyla yok etmeyi Matheson’dan almış gibi gözüküyor. Matheson da başkasından alıp kaynağı övmüştür belki. “İstediğiniz kitaptan istediğinizi alın ama kitabın yazarına duyduğunuz saygıyı bir şekilde belirtin” deniyordu bir kitapta, en makul çarpma yöntemi bu sanırım. Matheson büyük bir esin kaynağı, Ben, Efsane!’si biliniyor en çok, Karanlıkta 33 Yazar’daki iki üç öyküsü yüzünden uykusuz kaldığımı hatırlıyorum. Bunların yanında pek çok filmin ve dizinin senaryosunu kaleme almış, Hollywood tecrübelerini bu romandaki Florence’ı kurarken kullanmış gibi gözüküyor. Bunun yanında roman gerçekten korkunç, kurgusunun yardımıyla daha da korkunç. Matheson anlatı dünyasını genişletmeden evde yaşananlar üzerinde durduğu için karakterlerin geçmişleriyle fazla boğuşmuyor, eve giren dört kişiden biri olan Fischer’ın kırk yıl öncesinde, 1930’da başka bir araştırma ekibiyle evde bulunduğunu, ekipten sağ kurtulan tek insan olduğunu öğreniyoruz, diğerlerine ne olduğuna dair kısa bilgilerden başka hiçbir şey geçmiyor elimizde, şimdide ve evde kalıyoruz böylece. Florence’ın ve Fischer’ın yola çıkmadan önceki günlerine de kısaca bakabiliyoruz, Florence kendi kilisesinde parapsikolojik bir inanç sistemini yürütüyor örneğin, bir zamanlar oyunculuk yaptığını ve ortama, insanların kaypaklığına alışamayınca kirişi kırdığını öğreniyoruz, bu tür yüzeysel bilgiler evdeki dehşet anlarında karakterlerin ne yapacaklarını öngöremememizi sağlıyor, güzel. Gün gün ve dakika dakika bölünmüş roman, 11.19’da yaşananları gördükten sonra olayların yaşanma zamanına göre, kısa veya uzun bir sürenin ardından diğer bölüme geçiyoruz. Aralığın uzun olduğu kısımlarda karakterlerin yaptıkları es geçilmemiş, dört karakterin eylemleri açısından karanlık bir nokta yok, tutarlılık sağlanmış. Anlatım tekniği çok başarılı.
Dr. Barrett’ın Deutsch’la görüştüğü sahneyle başlıyor anlatı. Deutsch seksen yedi yaşında, kel ve sıska bir adam, ölümsüzlüğü arayan çok zengin bir adam. Barrett’tan Cehennem Evi’nde araştırma yapmasını istiyor, 100 bin dolar ödeyecek. Paranın çekiciliğinin yanında bilimsel araştırmalarının meyvelerini de almak için kabul ediyor Barrett, Ev’de diğerlerine anlattığına göre hayalet gibi paranormal varlıklar aslında birikmiş biyoenerjilerin ürünü, Freud’un biçimlediği bilinçaltı gibi yapıların ürettiği enerji salınımı sebebiyle açıklanamayan olaylar gerçekleşiyor. Barrett bilinmeyen dünyayı keşfedebileceğini düşünüyor bir anlamda, bir haftalık misafirliklerinin ortasında Deutsch’un adamlarının getirdiği oyuncağıyla evdeki bütün biyoenerjiyi ortadan kaldırmayı planlıyor.
Çok iyi bir korku metni, okunmalı. Çeviri hakkında da bir şeyler söyleyip bitireyim. Genel olarak iyi bir çeviri, birkaç sözcük tercihi dışında başarılı bence. Çok da önemli değil gerçi ama karakter “âlâ” yerine “pekâlâ” veya başka bir şey dese daha şık olabilir ki diyor zaten sonra. Barrett’ın duvardan duvara vurulduğu, kafasının gözünün yarıldığı sırada “cumbalak” tekrar yere düşmesi de sahnenin etkisini azalttı biraz. “Bayılayazmak” tercihi çok hoş, bu kurallı birleşik fiil kalıbının neden kullanılmadığını, unutulduğunu bilmiyorum, anlayamıyorum. Son olarak düşüncelerin yansıtılma şeklinin tutarsızlığı. Bilinç akıyor, karakter bir şey düşünüyor ve düşündüğü şey metne olduğu gibi yansıyor, bu durumda herhangi bir noktalama işaretine lüzum olmadığını sanıyorum. Üç biçim kullanılıyor bunun için, birinde tırnak içine alma var, diyalogdaki gibi virgülle bitmiyor düşünce. İkincisi tırnaksız, virgüllü, üçüncüsündeyse hiçbir şey yok, “diye düşündü” şeklinde tamamlanan bir yapı. Tercih meselesi, üçü de kullanılabilir ama üçüncüsünün okur için daha zahmetsiz ve okumanın bilişsel süreciyle uyumlu olduğunu düşünüyorum.
İthaki çok sağlam bir çizgi tutturdu, zevkle izliyorum.
Bu değerli eseri okuyana kadar bir kitabı okurken bu kadar gerileceğimi tahmin edemezdim. Kitabın üzerine kurduğu hikaye ve karakterlerin birbirine zıt kutuplardaki fikirleri üzerine konuşmaları gerçekten etkileyiciydi.
Kitabı okurken hem merak edip hem de iliklerinize kadar gerilmek istiyorsanız okumanızı tavsiye ediyorum.
Kitap Yorumları - (5 Yorum)
Stephen King’e göre “yazılmış en korkunç lanetli ev romanı” bu. Övgüyle birlikte esin borcunu da ödemiş oluyor King, O’da Pennywise’ı ego söndürme yoluyla yok etmeyi Matheson’dan almış gibi gözüküyor. Matheson da başkasından alıp kaynağı övmüştür belki. “İstediğiniz kitaptan istediğinizi alın ama kitabın yazarına duyduğunuz saygıyı bir şekilde belirtin” deniyordu bir kitapta, en makul çarpma yöntemi bu sanırım. Matheson büyük bir esin kaynağı, Ben, Efsane!’si biliniyor en çok, Karanlıkta 33 Yazar’daki iki üç öyküsü yüzünden uykusuz kaldığımı hatırlıyorum. Bunların yanında pek çok filmin ve dizinin senaryosunu kaleme almış, Hollywood tecrübelerini bu romandaki Florence’ı kurarken kullanmış gibi gözüküyor. Bunun yanında roman gerçekten korkunç, kurgusunun yardımıyla daha da korkunç. Matheson anlatı dünyasını genişletmeden evde yaşananlar üzerinde durduğu için karakterlerin geçmişleriyle fazla boğuşmuyor, eve giren dört kişiden biri olan Fischer’ın kırk yıl öncesinde, 1930’da başka bir araştırma ekibiyle evde bulunduğunu, ekipten sağ kurtulan tek insan olduğunu öğreniyoruz, diğerlerine ne olduğuna dair kısa bilgilerden başka hiçbir şey geçmiyor elimizde, şimdide ve evde kalıyoruz böylece. Florence’ın ve Fischer’ın yola çıkmadan önceki günlerine de kısaca bakabiliyoruz, Florence kendi kilisesinde parapsikolojik bir inanç sistemini yürütüyor örneğin, bir zamanlar oyunculuk yaptığını ve ortama, insanların kaypaklığına alışamayınca kirişi kırdığını öğreniyoruz, bu tür yüzeysel bilgiler evdeki dehşet anlarında karakterlerin ne yapacaklarını öngöremememizi sağlıyor, güzel. Gün gün ve dakika dakika bölünmüş roman, 11.19’da yaşananları gördükten sonra olayların yaşanma zamanına göre, kısa veya uzun bir sürenin ardından diğer bölüme geçiyoruz. Aralığın uzun olduğu kısımlarda karakterlerin yaptıkları es geçilmemiş, dört karakterin eylemleri açısından karanlık bir nokta yok, tutarlılık sağlanmış. Anlatım tekniği çok başarılı.
Dr. Barrett’ın Deutsch’la görüştüğü sahneyle başlıyor anlatı. Deutsch seksen yedi yaşında, kel ve sıska bir adam, ölümsüzlüğü arayan çok zengin bir adam. Barrett’tan Cehennem Evi’nde araştırma yapmasını istiyor, 100 bin dolar ödeyecek. Paranın çekiciliğinin yanında bilimsel araştırmalarının meyvelerini de almak için kabul ediyor Barrett, Ev’de diğerlerine anlattığına göre hayalet gibi paranormal varlıklar aslında birikmiş biyoenerjilerin ürünü, Freud’un biçimlediği bilinçaltı gibi yapıların ürettiği enerji salınımı sebebiyle açıklanamayan olaylar gerçekleşiyor. Barrett bilinmeyen dünyayı keşfedebileceğini düşünüyor bir anlamda, bir haftalık misafirliklerinin ortasında Deutsch’un adamlarının getirdiği oyuncağıyla evdeki bütün biyoenerjiyi ortadan kaldırmayı planlıyor.
Çok iyi bir korku metni, okunmalı. Çeviri hakkında da bir şeyler söyleyip bitireyim. Genel olarak iyi bir çeviri, birkaç sözcük tercihi dışında başarılı bence. Çok da önemli değil gerçi ama karakter “âlâ” yerine “pekâlâ” veya başka bir şey dese daha şık olabilir ki diyor zaten sonra. Barrett’ın duvardan duvara vurulduğu, kafasının gözünün yarıldığı sırada “cumbalak” tekrar yere düşmesi de sahnenin etkisini azalttı biraz. “Bayılayazmak” tercihi çok hoş, bu kurallı birleşik fiil kalıbının neden kullanılmadığını, unutulduğunu bilmiyorum, anlayamıyorum. Son olarak düşüncelerin yansıtılma şeklinin tutarsızlığı. Bilinç akıyor, karakter bir şey düşünüyor ve düşündüğü şey metne olduğu gibi yansıyor, bu durumda herhangi bir noktalama işaretine lüzum olmadığını sanıyorum. Üç biçim kullanılıyor bunun için, birinde tırnak içine alma var, diyalogdaki gibi virgülle bitmiyor düşünce. İkincisi tırnaksız, virgüllü, üçüncüsündeyse hiçbir şey yok, “diye düşündü” şeklinde tamamlanan bir yapı. Tercih meselesi, üçü de kullanılabilir ama üçüncüsünün okur için daha zahmetsiz ve okumanın bilişsel süreciyle uyumlu olduğunu düşünüyorum.
İthaki çok sağlam bir çizgi tutturdu, zevkle izliyorum.
Karanlık kitaplık serisinden güzel bir kitap teşekkürler ithaki ☺️
Korku severlerin kaçırmaması gereken bir roman. Çok sevdim!
Bu değerli eseri okuyana kadar bir kitabı okurken bu kadar gerileceğimi tahmin edemezdim. Kitabın üzerine kurduğu hikaye ve karakterlerin birbirine zıt kutuplardaki fikirleri üzerine konuşmaları gerçekten etkileyiciydi.
Kitabı okurken hem merak edip hem de iliklerinize kadar gerilmek istiyorsanız okumanızı tavsiye ediyorum.
meraklılarına göre enteresan