Marguerite Duras, geleneksel edebiyat öğelerinin önemini yitirdiği yapıtlar verdiğinden olsa gerek, birçoklarınca Yeni Roman akımıyla birlikte anıldı. Ama Duras romanları, oyunları ve senaryolarıyla her zaman Fransız edebiyatının en kendine özgü yazarlarından biri olarak kaldı. Yazarın okuru daha ilk satırlarıyla büyüleyen, alıp götüren Bir Yaz Akşamı On Buçukta adlı bu unutulmaz romanı, insan yaşamı ve aşkın en dokunulmaz bölgelerine gözüpek bir biçimde giren bir yapıt. Bitmekte ve başlamakta olan aşkların, kesişen yazgıların, acı veren gerilimlerin yaşandığı kısa bir tatilin öyküsü. Büyüsünü yitiren bir birlikteliğin, bir aşk cinayetinin romanı. Yaz mevsimi, Akdeniz, uykusuz geceler, sıcak ve alkolün nerdeyse birer roman karakteri olarak yer aldığı Bir Yaz Akşamı On Buçukta, film izlercesine okunacak bir kitap.
Okunması son derece gereksiz,sıradan bir öykü.Yazar Hiroşima sevgilim kitabındaki ününü kullanarak okunmasını sağladıgı alelade bir hikaye.Kurgusu çok iyi olmayan,okurken sıkılacagınız bir eser.
Kitapta yazar, görmenin konuşmadan önce geldiğini öne sürer. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir. Ne var ki başka bir anlamda da görme, sözcüklerden önce gelmiştir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek buluruz. Bu dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla çevrelenmiş olmamızı hiçbir zaman değiştiremez.Düşündüklerimiz ya da inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler. Örneğin insanların Cehennem’in gerçekten var olduğuna inandıkları Ortaçağ’da ateşin bugünkünden çok değişik bir anlamı var. Kitap insanların bakış açılarına göre, dünyayı kavrayış şekillerine göre “görme biçimleri”nin nasıl olduğunu ortaya koyuyor. Tavsiye ederim.
Kitap Yorumları - (4 Yorum)
bir film izler gibiydi beğendim
Sürükleyici bir konusu olmayan sıkıcı bir kitap
Okunması son derece gereksiz,sıradan bir öykü.Yazar Hiroşima sevgilim kitabındaki ününü kullanarak okunmasını sağladıgı alelade bir hikaye.Kurgusu çok iyi olmayan,okurken sıkılacagınız bir eser.
Kitapta yazar, görmenin konuşmadan önce geldiğini öne sürer. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir. Ne var ki başka bir anlamda da görme, sözcüklerden önce gelmiştir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek buluruz. Bu dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla çevrelenmiş olmamızı hiçbir zaman değiştiremez.Düşündüklerimiz ya da inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler. Örneğin insanların Cehennem’in gerçekten var olduğuna inandıkları Ortaçağ’da ateşin bugünkünden çok değişik bir anlamı var. Kitap insanların bakış açılarına göre, dünyayı kavrayış şekillerine göre “görme biçimleri”nin nasıl olduğunu ortaya koyuyor. Tavsiye ederim.