Hem zerre kadar korkmuyorum ölümden, ölmek ağırıma da gitmiyor. Yalnız iş, al şafaklara batmış bu dağları birlikte seyre dalmadan bir an için bile olsa..ölmek istemiyorum hepsi bu.. Bir şeyler gönderebilseydim san ama bir gerillanın kavgasında silahından başka neyi var ki?Bu kavganın onuruyla kucaklarım seni eylem sonrasının coşkusuyla öperim gülüşlerinden...
Ali Yılmaz’ın “Gözlerinde Berivan’ın Gülüşleri Işıldıyordu” adı altında derlediği dokuz öyküyü aktaran ya da yazanlar, belki de yeni yeni tanışıyorlar edebiyatla. Belki de bu nedenle anlatım güzelliğindense konunun yakıcılığını, mücadele ruhunu öne çıkarıyorlar. Ama yine de, bu tarz edebiyatı daha işlevli kılacak olan özellik, metinlerin anlatım zenginliğidir. Hem mücadeleyi ele alan, hem de edebi değer çıtasını aşan örnekler de var 80 sonrası -Türk diliyle yazılan- Kürt romanlarında. Mesela, Hasan Bildirici’nin, anne ve babası dağda öldürülen küçük bir Kürt kızının büyük kentteki yalnızlığını hüzünlü bir dille anlattığı “Şervan”(1999) romanı, ya da Yılmaz Odabaşı’nın, hapislere düşen, işkence gören, bir ayağını yitiren ama partisini de eleştirdiği için dışlanan, inançlı bir Kürt gencinin trajik öyküsünü işlediği “Şafak Kaya’da Çıplaktı” adlı uzun öyküsü, bu yeni edebi hareket açısından umut verici çalışmalar.
Genel olarak tarihi olayların yanına fazlaca sokulmayan Türk romanı, son yıllarda yaşanan “düşük yoğunluklu savaş” haline de hemen hiç yer vermiyor. Kürt yazarlar da farklı bir görünümde değillerdi yakın zamana kadar. Mesela Faik Bulut; “günümüz gerçekliğine baktığımızda, Türkiye uyruklu Türk ve Kürt aydınlarının; Güneydoğuda -İran ve Irak bölgeleri de dahil- yaklaşık yirmi yıldır süren savaşın, yakılan köylerin, Halepçe gibi katliamların, sayısı milyonları bulan göçlerin yansıdığı sanat yapıtlarını üretemediklerinden” yakınmıştı “Ehmede Exane” incelemesinin girişinde.
Kitap Yorumları - (2 Yorum)
Ali Yılmaz’ın “Gözlerinde Berivan’ın Gülüşleri Işıldıyordu” adı altında derlediği dokuz öyküyü aktaran ya da yazanlar, belki de yeni yeni tanışıyorlar edebiyatla. Belki de bu nedenle anlatım güzelliğindense konunun yakıcılığını, mücadele ruhunu öne çıkarıyorlar. Ama yine de, bu tarz edebiyatı daha işlevli kılacak olan özellik, metinlerin anlatım zenginliğidir. Hem mücadeleyi ele alan, hem de edebi değer çıtasını aşan örnekler de var 80 sonrası -Türk diliyle yazılan- Kürt romanlarında. Mesela, Hasan Bildirici’nin, anne ve babası dağda öldürülen küçük bir Kürt kızının büyük kentteki yalnızlığını hüzünlü bir dille anlattığı “Şervan”(1999) romanı, ya da Yılmaz Odabaşı’nın, hapislere düşen, işkence gören, bir ayağını yitiren ama partisini de eleştirdiği için dışlanan, inançlı bir Kürt gencinin trajik öyküsünü işlediği “Şafak Kaya’da Çıplaktı” adlı uzun öyküsü, bu yeni edebi hareket açısından umut verici çalışmalar.
Genel olarak tarihi olayların yanına fazlaca sokulmayan Türk romanı, son yıllarda yaşanan “düşük yoğunluklu savaş” haline de hemen hiç yer vermiyor. Kürt yazarlar da farklı bir görünümde değillerdi yakın zamana kadar. Mesela Faik Bulut; “günümüz gerçekliğine baktığımızda, Türkiye uyruklu Türk ve Kürt aydınlarının; Güneydoğuda -İran ve Irak bölgeleri de dahil- yaklaşık yirmi yıldır süren savaşın, yakılan köylerin, Halepçe gibi katliamların, sayısı milyonları bulan göçlerin yansıdığı sanat yapıtlarını üretemediklerinden” yakınmıştı “Ehmede Exane” incelemesinin girişinde.